ASMAKAT
Klasik Batı Edebiyatı Fanzini
Ekim 2021 Sayı: 1
Morsztyn
içindekiler
- Önsöz
- Jan Andrzej Morsztyn (Polonya Edebiyatı)
- Morsztyn, Seçme Şiirler
- Atuagagdiliutit (Grönland Edebiyatı)
- Hırvat Tiyatrosu (Hırvat Edebiyatı)
Önsöz
Asmakat (Entresol), 18. yüzyıl Fransız yazarı Pierre Joseph
Alary’nin, 1724 yılında kurduğu ve yönettiği entelektüel kulübün
adıdır. Edebiyatçıların, politikacıların, reformistlerin ve filozofların
devam ettiği bu kulüp, 18. yüzyıl Fransa’sının yüzüne, aydınlık
damgasını vurmuştur.
Adını, bu Fransız edebiyat kulübünden alan fanzinde, Klasik Batı
Edebiyatı konusunda, Türkiye’de bilinen, duyulan yazarların sadece
eserlerine yer verilecek; az bilinen ya da bilinmeyen yazarların ise
hayatı, eserleri ve sanatından söz edilecektir. Başlangıcından, 19.
yüzyılın sonuna kadar olan dönemi kapsayacak olan bu çalışmada yer
alan çevirileri, konusunda uzman olan çevirmenler yapmıştır.
Alary
JAN ANDRZEJ MORSZTYN
Hayatı:
Morsztyn, 1621 yılında, Vistül nehrinin yakınlarındaki Sandomierz
şehrinde doğar. Ailesi, 14. yüzyıldan beri Polonya’da oturan Alman
kökenli varlıklı bir ailedir. Babası, zengin ve toprak sahibi bir
Kalvinisttir. Ancak, daha sonra, Katolikliğe dönmüştür. Leiden’de
eğitim görmüş; kardeşiyle, İtalya ve Fransa’ya geziye çıkmıştır.
Polonya’ya geri döndüğünde, Lubomirski ailesinin yanına girmiş ve
Krakow palatini yani saray görevlisi, Stanislaw Lubomirski sayesinde,
krallık mahkemesinde üst düzey kişilerle tanışmıştır. Krallığın
mareşali Jerzy Lubomirski ile de ilişkilerini güçlendirmiştir.
1655 yılında, Katolik olan Morsztyn, birçok diplomatik görevden
sonra, Polonya parlamentosu (Seym)’nda milletvekili olmuş, daha
sonra, 1656 yılında, krallığın sekreterliğine getirilmiştir. 2 yıl sonra
krallık danışmanlığına getirilmiş; 1668 yılında ise, krallık
haznedarlığına yükselmiştir. Çeşitli görevlerden sonra,
Transilvanya’da Prens Rakoczi’yi, İsveç’te ise, Kral Karl Gustav’ı
ziyaret etmiş; bu arada, Viyana, Berlin ve Paris’i dolaşmıştır. İsv
istilasının ardından, Oliwa’da İsveçlilerle pazarlığa oturmuş ve barış
antlaşması imzalamıştır.
Kraliçe Ludwika Maria’nın gözdelerinden olan Morsztyn, onun
desteğiyle, Kral Jan Kazimierz’den sonra seçilecek kişi için,
çalışmalar yürütmüştür. Bu çalışmalarda, Fransa yanlısı bir tutum
izleyen Morsztyn; bu tutumu dolayısıyla, Fransa kralı XIV. Louis
tarafından ödüllendirilmiştir. Ancak, Jan Kazimierz’in yerine geçen
Jan Sobieski, Avusturya yanlısı bir politika izlemiştir. Morsztyn, buna
rağmen, çalışmalarını Fransa lehinde yürütmeye devam etmiştir. Bu
yüzden krallığa ve devlete ihanetle suçlanmış ve parlamento ondan
savunmasını istemiştir. Morsztyn, 1683 yılında Fransa’ya kaçmak
zorunda kalmıştır. İsmini Chateauvillain kontu olarak değiştiren
Morsztyn, 1693 yılında, ismini aldığı bu kentte ölmüştür.
Eserleri:
A) Şiirleri:
Morsztyn, bütün şiirlerini, 1661 yılından önce kaleme almış ve 5
kitapta toplamıştır.
1) Fraszkiler (1645):
Morsztyn’in bu eseri; adını, Polonya edebiyatında genel olarak kısa
epigram anlamına gelen Fraszki’den alır. Eserdeki epigramlar
yüzeyseldir. Bunların çoğu, toplumsal ve siyasal olayları anlatır.
Dinsel şiirlerden bazıları ise, Kalvinist inancından esinlenmiştir.
2) Canicula ya da Köpek Yıldızı (1647):
Bu eser, adı geçen yıldız üzerine yazılmış 31 şiiri içerir. Bu şiirler,
aşk duygusunun insan kalbinde yarattığı sıcaklığı anlatır. İtalyan şair
Giambattista Marino’nun etkisinde olduğu için, bu şiir
koleksiyonunda erotizm baskındır. Eser, ilk kez 1844’te basılmıştır.
3) Bilmeceler (1651)
4) Şarkılar (1658):
Morsztyn, bu eserinde, bazı ilginç şiir formları kullanmıştır.
5) Lavta (1638-1661):
Morsztyn’in bu eseri, 200’den fazla şiir içerir. Bunların içinde;
yazarın tanıdıklarına ve arkadaşlarına yazdığı şiirsel mektuplar,
mizahi epigramlar ve Marino’nun “Lir adlı eserindeki aşk
şiirlerinden esinlenerek yazdığı ve erotik ögeler içeren şiirler vardır.
Eser, ilk kez 1874’te basılmıştır.
Morsztyn’in bu eserlerinden, Canicula ya da Köpek Yıldızı ve
Lavta’nın ayrı yeri vardır. Bu iki eserdeki şiirler; şairin, daha çok,
arkadaşlarını eğlendirmek üzere yazdığı ve şen bekarlarla, hafif
kadınların küçük dünyasını yansıtan şiirlerdir.
Morsztyn’in bu kitaplarından bazı şiirlerine örnekler:
Bir Ölüye:
Morsztyn’in bu sonesi, ayrıksı bir karşılaştırmalar dizesinden
oluşur ve bir ölüyle, aşık bir erkeği karşılaştırır.
Aşkın Mucizeleri:
Şairin bu sonesinde, aşka dair bazı paradokslar görülür:
- Bir insan, içinde kendini yiyip bitiren; ancak, aynı zamanda da, yine
kendi tarafından körüklenen bir ateşle yanıyorsa, nasıl olur da
yaşayamaz ?
- Bir insan, kalbi olmadan nasıl yaşar ?
- Bir genç kızın bütün mutluluğu ve neşesi, bir erkeğin kendisinden
kaçırdığı gözlerinde bulunur.
Şaire göre, erkeğin mantığındaki güçsüzlüğe rağmen, bu
paradoksal mucizeler, aşk tarafından gerçekleştirilir.
Vefasızlık:
Yoğunluk ve özlük bakımından, şairin, doruğa ulaştığı bir başka
şiiri. Şair, bir kadının vefalı olmasından çok daha fazla, vefasız olma
olasılığını tek tek sayar. Bunların içinde; rüzgarı bir çuvala
hapsetmek, güneş ışınlarını cebe koymak ve Etna yanardağı’nı
gözyaşlarıyla söndürmek vardır.
Dört Günde Pişmanlık:
Şairin dinsel şiirleri içinde, bu sone, özel bir yere sahiptir.
Günahlarından pişman olup, tövbe eden bir insanın, Tanrı önündeki
vicdan sorgulaması anlatılır. Sone, şair tarafından basitlilikle
karakterize edildiği halde, aynı zamanda ustalıklıdır da.
B) Çevirileri:
1) Amintas (1651):
Morsztyn’in, İtalyan şair Torquato Tasso’dan yaptığı çeviri. Yazar,
bu çeviriyi hatasız yapmış ve Tasso’nun orijinal metnindeki
duygusallığını ve duygusal durumun değişkenlini aynen
yansıtmıştır. Eser, 1840’ta basılmıştır.
2) Cid (Seyyid) (1660):
Morsztyn’in Fransız tiyatrocu Pierre Corneille’den çevirdiği
trajedi. Morsztyn’in politik olarak Fransa’nın yanında yer alması,
Polonya edebiyatına bu çeviriyi kazandırmıştır. Bu çeviri, 17. Yüzyıl
Polonya edebiyatı ile Fransız edebiyatı arasında kurulan bağları
gösterir.
Önce Zamosc’ta, sonra da, 1662 yılında, Varşova’daki kraliyet
sarayında sahnelenen bu eser; dilinin canlılığıyla, bugüne kadar
aşılamamış bir yetkinliktedir. Ancak, Corneille’in sözcüklere sağladığı
esnekliğe ve sanatkarlığa ulaşamamıştır.
Konusunu, İspanyol tarihinden alan Cid; 1618 yılında, “Cid’in
Gençliği” isimli bir oyun yazan İspanyol yazar Guillen de Castro’ya
esin kaynağı olmuştur. Castro’nun bu eseri, Corneille’e kaynak
olmuştur. Ancak, Corneille’in düşmanları, onu kopyacılıkla
suçlamışlardır. Oysa Corneille, Castro’dan sadece konuyu almıştır.
Tiyatro tekniği açısından, üç birlik kuralına uymuş; Castro’nun
oyununda, olayın geçtiği süre 18 ay olmasına rağmen, Corneille, bunu
1 güne indirmiştir. Morsztyn’in eseri ise, Corneille’in eserinden çok,
Castro’nun orijinal İspanyol versiyonu ile daha çok benzerlik taşır.
Cid; Polonyalı yazarlar, Ludwik Osinski ve Stanislaw Wyspianski
tarafından çevrilmiş; ancak bu çeviriler, Morsztyn’in çevirisinin
yetkinliğine ulaşamamıştır. Eser, 1696-1698 yılları arasındaki, belirsiz
bir tarihte basılmıştır.
Sanatı:
Morsztyn, İtalya’dan ithal edilen Barok edebiyatının en gözde
temsilcisidir. Şiirlerinin çoğu; Latin, Neo-Latin, İtalyan ve Fransız
şairlerinin eserlerinin yorumudur. En çok, İtalyan şair Giambattista
Marino’dan etkilenmiş; onun ruhundan esinlenerek, şiirsel formlarına
öykünmüştür. İ.Ö. 6. yüzyılda yaşayan Yunan şair Anakreon’un
kullandığı, neşeli anlatım tarzında da şiirler yazmıştır.
Morsztyn, felsefi ya da ahlaki sorunlarla değil; daha çok, anlatım
ve anlatım biçimleriyle ilgilenmiştir. Herhangi bir derin şiirsel
duygudan esinlenmemiş ve şiir sanatını kendine temel olarak
almamıştır. Daha çok, boş zamanlarında şiir yazmıştır.
Şiirlerinin ağırlık merkezini, akıldan duyguya kaydırmıştır. Onun
şiirleri, genelde, toplumsal haz ve aşkla ilgilidir. Aşk şiirlerinde ana
motif, aşk acıları ve aşkın anlatım tarzıdır. Çok yetenekli biçimde
yarattığı lirikler, aşk ve uygarlığın çatışmasını dile getirmiştir. Aşk ve
din arasında da bir karşıtlık yaratmıştır. Bu karşıtlığın, ilkel ve
görkemli biçimlerde sergilenişini gösterir.
Eserlerinde, anlatım aracı olarak, şiirsel dilin sınırlarını zorlar.
Kavramsal komplimanları mizaha çevirmiştir. Kadın güzelliğinde,
öngörünün ustasıdır. Göz ve saç betimlemeleri, onun, aşığına savaş
ilanı gibidir. Yazdığı aşk çeşitlemeleri; duygusal aşk, tutkulu aşk,
kibirli aşk ve güçlü aşktır. Basit aşklardan, skandal yaratan aşka kadar,
her aşkı yazmıştır.
Morsztyn, şiirlerini yazarken ya da yazdıktan sonra, defalarca
düzeltmiş ve üzerinde çalışarak, eserlerini sanatsal bir kusursuzluğa
kavuşturmuştur. Şair, dil ve formlar üzerinde, çok büyük bir kontrole,
alışılmamış bir dehaya ve yabansı bir hayal gücüne sahiptir. Dili; canlı
ve duyarlı, bazen de, vahşi bir kabalığı içeren bir dildir. Şiirleri; dili
çok ustaca kullanması nedeniyle parlak, akıcı bir ritme ve figürlere
sahip olması nedeniyle de melodiktir. Okuyucularını, sözcüklerle
oynayarak, bayağı olanı bile süsleyerek şaşırtır.
Morsztyn, karmaşık psikolojik nüanslar ve algılarla dolu, ince,
özenli söz kombinasyonları içeren özlü ve kısa formlarda yetkinliğe
ulaşmıştır. Çarpıcı karşılaştırmalar ve kontrastlar kullanır. Kimi
zaman da, normalde birbiriyle ilişkisiz olan nesne ve olayları yan yana
getirir. Bu, onun çalışmalarına çok yüksek bir entelektüel kalite
kazandırır.
Çalışmaları oldukça soyuttur. Bazen, şiirsel vurgu ve sembolik
tavırları, soyutun eşiğine taşır. Dizeleri; ara sıra şiirsel sanattan çok,
şiirsel bir tuzak ve aldatmaca izlenimi uyandırır. Sözcükler, ayrılıklar,
antitezler ve karmaşık ölçü birimleri; şairin, anlatımının aynasıdır.
Morsztyn, sofistike bir beğeniyi ve zarif bir edebiyat bilgisini,
yetenekle ve hatasız bir teknikle birleştirmeyi bilmiştir.
Kaynakça:
The History of Polish Literature Czeslaw Milozs 1983
A Survey of Polish Literature And Culture Manfred Kridl 1956
Dictionary of Polish Literature E.J.Czerwinsky 1994
Monumenta Polonica Bogdana Carpenter 1989
Büyük Larousse Gelişim Yayınları 1986
Hyacinthe Rigaud tarafından 1692’de yapılmış Morsztyn tablosu
Şiirlerinden Seçmeler:
Çeviren: Murat Acar
Bir Bayanın Göğsündeki Küçük Haça Dair
Ey esenliğimin ilahi nedeni!
Ancak, senin iyiliğinle özgür olan
Ruhları; yeniden hapsettiğin
Bu güzel Calvarium’a* kim çıkardı seni ?
Oradan, serbest bırakılmazsan
Ve günah, ancak acıyla aklanırsa,
Bu çarmıhta ben de olayım isterim; ta ki,
Tutku ve pişmanlık paklayana dek beni.
Orada ölmeyeceğim; çünkü sana bakarken,
Usulca bir umut doğar içimde.
Göğüslerinin ılıttığı kalbim, can bulur yeniden.
Ölülerin mezarlarında doğrulmalarına şaşmamalı.
Görünce, bir zamanlar can vermiş olan,
Nasıl, iki gönül çelen arasına yerleştiriyor bir haç’ı!
* Hz.İsa’nın çarmıha gerildiği yer
Sevgiliye
Göz değil senin gözlerin, parıltılı güneşler,
Parlaklığı akıllara durgunluk veren;
Dudak değil senin dudakların, ah, mercan kırmızısı,
Işıltısı her duyuyu kuşatan;
Göğüs değil senin göğüslerin, cennetin işlenmemiş biçimi,
Arzuya zarif engelleri olan;
Bundandır ki, o gözler, dudaklar ve göğüsler-akıl, duygu ve arz;
Renkle, parlaklıkla, biçimle-kör eder, dondurur ve hapseder.
Sevgiliye Dair
Beyazdır Carrara’nın cilalı mermeri,
Beyazdır ineğin kaplara dökülen sütü,
Beyazdır kuğu, bembeyaz tüylerle kaplı.
Beyazdır dizi dizi el değmemiş inci,
Beyazdır kar, yeni düşmüş, henüz çiğnenmemiş,
Beyazdır zambak, tüm tazeliğiyle koparılmış,
Ama yine de, daha beyazdır sevgilimin boynu ve yüzü;
Mermerden, sütten, kuğudan, inciden, kardan ve zambaktan.
Bir Ölüye
Yatıyorsun yerde, öldürülmüş, ben de öldürüldüm;
Sen ölümün okuyla, bense aşkın.
Kanın kurumuş senin, benimse içimde akıyor hala,
Senin mumların var başucunda, benimse içimde saklı alevim.
Yüzün örtülmüş bir kefenle, hiç acı duymuyorsun,
Benim de duygularım, korkunç karanlığa gömülü.
Elin kolun bağlı böyle, benim de özgürlüğüm
Yitik; zincire vurulmuş zihnim.
Sen suskunsun, benimse sızlanıyor dilim,
Hiçbir şey hissetmiyorsun, benimse acıyla kıvranıyor bedenim.
Cehennemin dağlayan ateşiyle kavrulmuşum, sense buz gibisin.
Ufalanıp toz olacaksın çok geçmeden,
Bense, sonsuz besini olacağım kendi ateşlerimin;
Küle bile dönüşemeden.
Bir Kelebeğe
Nazikçe, kelebek! Yakacak ateş seni! Tam da,
Fark etmişken mumu, ki, dikmiş parlak gözlerini yukarı.
Bu yüz gizliyor ölümün ateşini,
Şehitliğin için böylesine istekli olma!
Mezarına koşuyorsun ve hain cenazene,
Uzanıyorsun kefeninin içine;
Seni öldürenin, sana esenlik vereceği hissiyle.
Ah! Talihsiz aşık, düşer düşmez ölüyorsun ateşe.
Şanslısın, çünkü mumdan aldığın bir öpücükle;
Hissediyorsun tüm yüreğinle,
Arzulamış olduğun hazzı.
Ah! Keşke seninki gibi bir talihim olsaydı ve
İzin verilseydi böyle ölmeme, birleşince dudaklarımız;
Ateşi içimde, alev alev yananla.
Ayrılış
Gidiyorum ama bensiz, çünkü sensiz.
Sana tekrar kavuşunca, kavuşacağım benliğime de.
Gidiyorum ama yalnızca bir yarımla, seninle
Kalıyor diğer yarım, ayrılık beni bölüyor ikiye.
Gidiyorum, azıyla kendimin, kırılgan kabuğumla.
İyisi, yüreğim ve ruhum seninle kalıyor.
Gidiyorum, böylesine paramparça ve almak için
Diğer yarımı; dönene dek, eksik kalacağım böyle.
Güzel bir beraberlikte yeniden birleşince;
O bütüne adayacağım kendimi, tüm enerjimle.
Kehribar İçindeki Arı
Kehribarda gizlenmiş kusursuz bir biçimde,
Yüzüyor gibi sanki, kendi balı içinde.
Küçük görülmüş yaşarken, koca göğün altında,
Oysa, şimdi pek değerli, cenazesi ve kefeniyle.
İşte! Böyle karşılık bulmuş inançlı çalışması,
Bu tarz bir ölümü de, kendi dilemiş olmalı.
Nasıl övünsün Kleopatra, bir böcek yatarken,
Kendisininkinden daha gösterişli bir mezarda.
Vefasızlık
Ne zaman ki, yakalayacaksın rüzgarı,
Ne zaman ki, dolduracaksın ceplerini küçük ışık parçalarıyla,
Ne zaman ki, durulacak azgın deniz; gözdağı verince biz,
Ne zaman ki, avucumuza sığacak dünya,
Ne zaman ki, ateşe elini sokacaksın hiç acı duymadan,
Ne zaman ki, ağlarla avlayacaksın bulutları,
Ne zaman ki, Etna dağı boğulacak gözyaşlarıyla,
Ne zaman ki, şarkı söyleyecek dilsizler ve deliler,
Bilgece konuşulacak, ne zaman ki, vefalı olacak talih;
Ya da ölüm ve neşe, barınacak aynı çatı altında.
Ne zaman ki, yalan söylemeyecek şairler ve boşuna olacak uyku,
Ne zaman ki, gözyaşlarını önemsemeyecek melekler,
Ne zaman ki, dinlence arayacak güneş, bir mağara içinde,
Ya da zindanda özgürlük hüküm sürecek,
Ya da insanla dolacak çöller.
Ne zaman ki, yitecek akıl ve sözcükler tükenecek;
Ancak o zaman, bir kadın “vefalı” olacak!
Açıkgöz Bir Kız
“Aşk yapmak için, en iyi zaman hangisidir?” diye sordu genç kız,
Doktora; “Sabah mı, yoksa akşam mıdır?”
Doktor şöyle yanıtladı onu, “Akşamları daha tatlıdır, ancak,
Sabahları daha az zarar verir sağlığa!” “Öyleyse,
Öğüdünüzü tutacağım” dedi kız ve “Akşamları haz,
Sabahları erkenden, sağlık için yapacağım!”
Walek’e
Tek başına, kendin için, mülklerin var ve güzel giysilerin,
Tek başına gelirin var ve para keselerin,
Tek başına göllerin, sürülerin var, orman dolusu hayvanların;
Sıra dışı tavırları olan sensin, tek başına.
Tek başına, başkalarına giz olan bilgiye sahipsin,
Bizlerle ortak olan yanın; yalnızca, “karın”!
Morsztyn’in, Leliwa adlı aile arması. Bu arma, Polonya
Litvanya kenli, asil ve ayrıcalıklı sınıftan birçok ailenin ortak
armasıydı.
ATUAGAGDİLİUTİT
Atuagagdliutit, Grönland’da çıkan ilk Eskimo dergisidir. Dergi,
1848’de, Danimarka’dan Grönland’a gelmiş olan, yazar Hinrich
Johannes Rink tarafından çıkarılmıştır. Rink, 1855’te, küçük broşürler
basarak işe başlar. Önceleri, Jesper Brodersen’in matbaasını kullanan
Rink; 1857’de, kendisi için, Danimarka’dan matbaa getirtir ve
Grönland’ın ilk sürekli matbaacısı olur.
Rink, Grönland’daki kültür erozyonunu görmüş ve bu kültür yok
olmasın diye, bir dergi çıkarmayı düşünmüşr. Arkadaşları, Samuel
Kleinschmidt ve E. Jassen’in desteğini alan Rink, bu ilk Grönlandca
dergiyi çıkarır. Derginin editörü, Rasmus Berthelsen’dir. Derginin
basım işleri, Lars Moller tarafından yapılmaktadır. Ancak, sonraları,
Berthelsen’in yerine, Moller editör olur.
“Özgür Dergi” anlamına gelen Atuagagdliutit, 1861 yılında
çıkmaya başlar. Önceleri, aylık olarak çıkan dergi; daha sonra, dağıtım
zorlukları nedeniyle, yılda bir kez çıkmaya başlar. İlk çıktığında 200
kopya basılan bu dergiyi, Berthelsen, 1874’e kadar çıkarır. Dergi,
onun yerine editör olan Moller’in, 1921’deki ölümüne kadar çıkmaya
devam eder. Yayınlandığı ilk 43 yılda, 34 cilt ve 548 sayı çıkmıştır.
İlk sayı, 1 haziran 1861’de çıkar.1 nisan 1874’deki 193.sayıdan sonra,
1.sayıdan başlar ve 12. sayıdan sonra yine 1. sayıdan başlar.
Böylelikle, her 12 sayıdan sonra, yine 1. sayıdan başlanmış olur.
Ancak; bir kez 9, bir kez 10, bir kez 11, bir kez de 13 sayı çıkar.
Dergi, 23 mart 1904’teki 12. sayısıyla, aylık yayınlanma dönemini
kapatır ve bundan sonra, yılda bir kez çıkmaya devam eder. Bu
dergilerde; 249 levhada, 324 taşbaskı resim ve gravür vardır.
Derginin hazırlanmasında, yükün çoğu Moller’in üzerindedir. Bir
marangozun oğlu olan Moller, Rink ve Berthelsen’den, basım işiyle
ilgili her şeyi öğrenmiştir. Dergide bulunan çok sayıdaki taşbaskı,
onun eseridir. Ancak, onun bu başarısının ardında, Kangeq’li Aron
vardır. Aron, verem nedeniyle hasta yatağında yatarken; Aron’un özel
yeteneğini duymuş olan Rink, onu ziyaret ederek, dergiye katkısını
sağlamaya çalışır. Rink, Aron’a; kağıt, kalem, suluboya ve çeşitli
resim malzemeleri alır. Dergi için gerekli olan mürekkep ise, genelde
bulunmuyordu. Bunun yerine, ev yapımı mürekkebe benzer bir madde
kullanılıyordu. Bu maddeyi kullanmak için, kağıdın ıslak olması
gerekiyordu. Ancak, ıslak kağıt da, çabucak donuyordu. Moller,
yabancı bir sözcük ya da deyim için Grönlandca karşılık
bulamadığında, kendi dehasını kullanıp, yeni bir sözcük ya da deyim
üretmiştir.
Dergide, Grönlandlılar için yazılmış sayısız makale bulunuyordu.
Bu makaleler; avcılık, ünlü kişilerin yaşamı ve sosyal olaylar
üzerineydi. Yabancı destan ve öyküler, yerel efsanelerle birlikte
sunuluyordu. Ayrıca, Avrupa klasikleri, bölümler halinde veriliyor;
peri masalları, binbir gece masalları, Andersen masalları, Grönland
mitolojisi, Danimarka efsaneleri, Robin Hood efsanesi, Daniel
Defoe’nun Robinson Crusoe’su yayınlanıyordu. Dergide, ayrıca;
Johannes Ungalaq’ın, Kap Farvel’in kuzeyinde yer alan küçük bir
yerleşim merkezindeki gündelik yaşamı betimleyen yazıları yer
alıyordu. Dergide, sadece yetişkinler için değil, çocuklar ve gençler
için de yazı vardı. Etnografya, gezi betimlemeleri, doğal tarih ve daha
birçok konu, çocuklar için hazırlanıyordu.
Atuagagdliutit’in başarısı, ulusal bir gurur kaynağıydı. Dergiyi
alanlar, onu yalnızca okumamış; sayfalarını kesmiş, resimlerini
kullanmış ve metin bölümlerini de, tüfeklere saçma doldurmak
amacıyla kullanmıştır. Bu yüzden, zaten az sayıda basılan bu dergi,
günümüze kadar zorlukla gelmiştir. Bugün için yıpranmadan elde
kalan, sadece 5 dergi vardır.
Atuagagdliutit, Grönlandlılara, yalnızca dünyanın kapılarını
açmamış; aynı zamanda, Grönland kültür tarihine, önemli katkılarda
bulunmuştur. Yerel dille basıldığı için, dünyada olup biten olayları,
gayet açık ve anlaşılır bir şekilde okurlarına sunabiliyordu. Bu dergi
sayesinde, Avrupa ile Grönland arasında açılmış olan kültür uçurumu
kapanmıştır.
Kaynakça:
- The First Eskimo Newspaper
- Atuagagdliutit/Grönlandposten
- A Long Run of the Great Atuagagdliutit
- Kindler Neues Literatur Lexikon 1989
HIRVAT TİYATROSU
Hırvatistan’da teatral oluşumların başlangıcı, Latince kaleme
alınan ve kiliselerde oynanan liturjik oyunlardır. Ulusal özellikler
taşımayan bu dramalar, kilise kitaplarının ayrılmaz bir parçası olarak,
günümüze kadar gelmiştir. Bu oyunların çoğu, paskalya ya da yortu
ayinlerine aittir ve 14. yüzyılın başına kadar devam etmiştir.
15.yüzyılda, halkın gözde tiyatro oyunları, azizler hakkında
söylencelerin dramlaştırılmasıyla ortaya çıkan, “Mucize (Miracle)”
oyunlarıdır. Bunların en ünlüsü, 1500 dolaylarında kaleme alınmış
olan, “Aziz Margaret’in Acısı” adlı oyundur. Eserin birkaç kopyası
vardır. Bu da, yaygın olarak sahnelendiğinin bir kanıtı sayılabilir. 14.
ve 15. yüzyılda, Hırvat tiyatrosunun merkezi haline gelmiş olan
Dubrovnikte sahnelenen oyunlar, iki ana damardan besleniyordu.
Bunlardan biri, Akdeniz insanının doğaçlamalar üzerine kurulu
tiyatrosu; diğeri, Orta Avrupa saray tiyatrosuydu.
16.yüzyılda ortaya çıkan teatral biçimler, yine kilise çevresinde
gelişmiştir. Meryem’in ağıtının ya da ağlamasının dramatik bir motif
olarak yaygınlaşması; “Acı” temasının, İsa’nın acısı olarak dramatize
edilmesine yol açar. Buna en iyi örnek, 1556 yılında, Glagolitik (Kiril
ve Metodiy kardeşlerin Yunan alfabesine dayanarak Slavon-Hırvat
dilindeki Glagol yazısı) yazıyla kaleme alınmış olan, “Kurtarıcımızın
Acısı” adlı eseridir.
Rönesans dönemi, Hırvat tiyatrosunun olgunlaşma dönemidir. Bu
dönemde tüm teatral etkinlikler, Dubrovnik ve Hvar kaynaklıdır.
Dzore Drzic, Mavro Vetranovic ve Nikola Naljeskovic’in kaleme
aldığı pastoral oyunlar, yine Naljeskovic’in yazdığı komediler ve İ.
Crijevic’in yazdığı hümanist tiyatro eserleri, bir dönemin göze çarpan
oyunlarıdır.
Ancak, Marin Drzicin komedileri, tüm Rönesans dönemi içinde
ayrı bir yere sahiptir. Evrensel bir dehaya sahip olan bu yazar, diğer
tiyatro yazarlarından farklı olarak; eserlerinde, doğduğu şehir
Dubrovnik’in portresini çizmiş ve şehrin sosyal yaşamını ustaca
betimlemiştir. Drzic, Rönesansın tüm deneyimlerinden yararlanarak;
gerçek dünyayı, Dubrovnik’in kır yaşamıyla kaynaştırıp
zenginleştirmiştir.
17. yüzyılda, Hırvat tiyatrosu; tüm Avrupa’da olduğu gibi, İtalyan
tiyatrosunun barok etkileri altındadır. Bu etkileşimle, Hırvat tiyatrosu;
müziği, gösterinin ayrılmaz bir parçası olarak kabul etmiş ve
melodram türünde eserler ön plana çıkmıştır. Bu döneme damgasını
vuran en önemli yazar, İvan Gundulic’tir. Yazarın, barok özellikler
taşıyan eserlerinde, mitolojik ve düşsel konular egemendir. Ayrıca,
1629-1652 yılları arasında, Dubrovnik tiyatrosuna damgasını vurm
olan Junice Palmotic, “Atalanta” adlı oyunu ile ün kazanmıştır.
İlk Cizvit tiyatrosu, 1600’lerin başında; Kuzey Hırvatistan’ın,
sonradan tiyatro merkezi olacak olan Zagreb’te kurulur. Bu,
Cizvitlerin kiliseye bağlı okul tiyatrosudur. Bu tiyatrodaki ilk
gösterim, 1607’den sonra gerçekleşmiştir. Önceleri, Latince oyunlar
sahnelenirken; sonraları, Hırvatça oyunlar sergilenir. İlk kapalı tiyatro
ise, 1612’de, Hvar’da kurulmuştur. Bir cephaneliğin yerine kurulan bu
tiyatro, tümüyle halka açıktı.
1637’de, “Varazdin Ulusal Hırvat Tiyatrosu” kurulur. Tiyatro
oyunları, bu tarihten 1771 yılına kadar, Cizvit tiyatrosunda, Cizvit
eğitiminin etkisi altında oynanmıştır. 1682’de, Dubrovnik’te, yine bir
cephanelik üstüne tiyatro kurulur. Dubrovnik’teki Barok Tiyatrosu,
oldukça yetenekli ve donanımlı bir oyuncu kadrosuna sahipti.
17.yüzyılın 2. yarısı ile 18.yüzyılın 1. yarısında, tiyatro çevrelerinde
önem kazanmış 10 kumpanya, şehirde oyunlar sergilemekteydi.
18.yüzyılın başlarında, teatral etkinlikler, Fransızcadan yapılmış
uyarlamalar düzleminde oluşuyordu. Özellikle, Moliere’in komedileri
uyarlanıyordu. Yazarın, 34 oyunundan 23 tanesi uyarlanarak,
Dubrovnik’te sahnelenmiştir. Moliere dışında, Corneille ve İtalyan
tiyatrosundan da, Metastasio’nun eserleri çevrilmiştir. Ancak,
önceleri, Commedia dell’Arte kumpanyalarının ve sonra da, opera
topluluklarının etkisiyle; yüzyıllardır süregelen ve amatör geleneğe
dayanan Hırvat tiyatrosu, profesyonel sahne ustalarının etkinlikleriyle
başa çıkamadığı için, giderek canlılığını yitirir.
Kuzey Hırvatistan’da bulunan barok tiyatrosu ise, Cizvitlerin
pedagojik etkisi altındadır. Sahne dekorları, barok tarzında hazırlanır
ve oyuncular da, düzenli ders alan kişilerden seçilirdi. 1600’lerin
başında, Zagreb’te kurulan bu tiyatro, 18. yüzyıl boyunca gelişim
göstermiştir. Tiyatro, 1772’ye kadar, kiliseye bağlı liselerde etkinliğini
sürdürmüştür. Tarikat dağılınca, Cizvitler Hırvatistan’ı terk ederler.
1788’de ise, Varazdin’deki ilk halk tiyatrosu kurulur.
Cizvitlerin gidişinden 20 yıl sonra, Kaptol’daki, Zagreb Romen
Katolik papaz okulunun tiyatrosu gösterime başlar. Özellikle, karnaval
günlerinde; Alman yazarlardan, Kajkavca (Zagreb’te konuşulan bir
çeşit Yugoslav diyalektiği) yapılmış, çeviri ve uyarlamaları
sahneliyorlardı. Oyuncular, okul öğrencileriydi ve oyunu yöneten
profesörler gibi kimliklerini saklayarak, oyunu anonim sunuyorlardı.
Kuzey Hırvatistan’ın diğer şehirlerinde, Almanca oyun sergileyen
tiyatrolar ortaya çıkar. Bu kumpanyalar, Zagreb’te, 1860 yılına kadar;
diğer yerlerde ise, daha uzun süre etkinliklerini sürdürmüşlerdir.
Bu döneme ait en iyi örnek, Kajkav diyalektiğinde komedi yazan
Titus Brezovacki’dir. Bu yazarın “Matijas Grabancijas Dijak” adlı
komedisi, 1804 yılında, Aristokrat Yatılı Okulunda oynanmıştır.
Brezovacki, oyunlarında, döneminin batıl inançlarını hicveder.
Komedi teknikleri konusunda yeteneklidir. Onun oyunları, tiyatronun
insanlar üzerinde ne denli etkili olduğunu göstermektedir. 1805’te,
Rijeka Tiyatrosu kurulur.
1834’te, Zagreb’in Marko meydanında, bir tiyatro binası inşa
edilir. 750 koltuklu bu tiyatronun inşası, Hırvat tiyatrosunun düzene
girmesi için ilk adımdır. Novi Sad’lı oyuncular tarafından, İlirya
dilinde oynanan birkaç oyun dışında; bu tiyatroda, 1840 yılına kadar,
Alman tiyatro toplulukları sahne almıştır. Halk, bu olaya tepki
gösterince; 1840’ta, İvan Kukulyevic Sakcinski’nin Hırvatça oyunu,
Juran ve Sophia ya da Sisak'taki Türkler” oynanır. 1846’da, ilk
Hırvatça opera olan, Vatroslav Lisinski’nin, “Aşk ve Kin” adlı
eserinin galası yapılır. 1859’da, Split tiyatrosu kurulur.
Zagreb tiyatrosu, 1860’da, Ulusal Drama Tiyatrosu adını alır.
1861’de, Hırvat parlamentosu, Ulusal Tiyatro’ya mali destek
sağlamak için; Avrupa’daki, diğer ulusal tiyatrolarla aynı statüyü
sağlayan yasayı onaylar. 1864’te, Dubrovnik; 1866’da ise, Osijek
tiyatrosu kurulur. Bu yıllarda, artık, Alman tiyatro geleneğinden kopuş
başlamıştır. 24 Kasım 1869’da, Zagreb Ulusal Tiyatrosu aktörü Toto
Lesic, şu açıklamayı yapar: “Yarından başlayarak, bu tiyatroda, sadece
Hırvatça oyunlar oynanacaktır.”
1870’de, kompozitör İvan Zajc yönetiminde, Hırvat operası
kurulur. Dünyaca ünlü sanatçılar, artık bu sahnede oyunlarını
sergilemektedir. 1873’te, Varazdin’de, günümüze kadar gelecek olan
Halk Tiyatrosu kurulur. Bu tiyatronun çizimlerini, ünlü Viyana
mimar, Hermann Helmer yapmıştır. 1881’de, Hırvat parlamentosu,
Zagreb’te yeni bir tiyatro binası inşasını onaylar. Ancak, bina yapım
sözleşmesi, 1 ocak 1894’te yapılır. Mimarlık şirketi, Viyanalı Helmer
ve Fellner şirketidir. 11 şubat 1894’te, Ulusal Tiyatronun başına
Stjepan Miletic getirilir. 14 ekim 1895’te ise, bina tamamlanarak,
Avusturya-Macaristan imparatoru 1. Franz Joseph tarafından açılışı
yapılır.
Stjepan Miletic, klasik hırvat yazarları olan, Drzic ve Palmotic
dışında, modern yazarların oyunlarını da sahneye taşımıştır. Ayrıca;
Shakespeare, Moliere, Goldoni, İbsen ve klasik Rus yazarlarının
eserlerinin sahneye konulmasına olanak sağlamıştır. 1896’da kurulan
Hırvat Drama Okulu, sonradan açılan tüm oyunculuk okullarının
temelini oluşturmuştur. 1898 yılında da, Varazdin Tiyatrosu’nun ilk
profesyonel Hırvat topluluğu kurulur.
Kaynakça:
- History of Croatian Theatre Nikola Batusic 1994
-History of the Croatian National Theatre in Zagreb
-Croatian National Theatre in Varazdin
Hırvatistan’ın Pula şehrindeki, antik Roma Tiyatrosu